Tasavvuf, nicedir kalbime yer eden, sevgiyle kucakladığım, ve hiç bir yere bağlı olmadan, tasavvufun kendi içinde olduğu gibi, kendimce, yüreğimde, ruhumda çözmeye çalıştığım bir olgu.
Öylesine yüce, öylesine güzel ve bir o kadar zorlu bir yol ki, zaman, zaman çıkmazlara sürüklenmeme, bu dünya ile öbür dünya arasında kararsız, Arafta bir yerlerde kalmama çok neden oldu. Algılamıyor, anlamıyor oluşum.
Sevgi, namus, günah, sevap,iyilik, kötülük, bencillik... O kadar çok duygu var ki, bencil olmayan yürekler için.Ve tüm bunları öğrenmek için gereken tek dergah, insanın kendi yüreği. Başkalarının demesiyle, tarikatlerle olacak iş değil. Önce kendin çözeceksin. Yaptıklarına bakacaksın, yaptıkların sana yakışır mı, dediğin ile yaptığın bir mi ?
Her sabah kalkıp, gönül kırdım mı ? Günah işledim mi diye sormak çok zor. Ki ben, inandığım şeyler uğruna büyük günaha girdim. Onu da bilemiyor insan, kim asıl günahkar. Gönülden seven mi ? Sevgiye zulmeden mi? Sevmese de o hayatın içinde kalıp, çıkarları için rol yapan mı ? Bilemedim ben de, ama en sonunda dedim ki, önce kendi günahlarımdan arınmalıyım. Bu kendime olan borcumdur. Bunu söylemem, en güzel yıllarımı aldı, ama her şeyin bir zamanı var.
Çocukluğumdan beri aşığı oldum, okuyup anlamaya çalıştığım, düşünceler ve ruh arasında sıkışıp, bir dönem top yekün bıraktığım felsefenin ardından çıktı karşıma Tasavvuf ilk olarak.
Nasıl mı ? Babamı...Savunmasız olabildiğim tek yeri, cennet bahçemi kaybettiğim zaman.
Babam gibi, herkesin sevdiği, gönüller sultanı, kendinden çok başkalarını düşünen bir insanın ani ölümü, tüm inanç sistemimi sarsıp, yerle yeksan ettikten, bir süre sonra.
Bu duruma ilk tepkim, inancımı kaybetmek oldu aslında. Dünyada bunca kötü ve kötülük varken neden babamdı erken yaşta çekip giden ? Neden yüce Allah'ım almıştı onu başımızdan. Derviş kadar yüce, peygamber sabırlı, yüce gönüllü kaç kişi vardı ki ? Biri daha eksilmişti işte. Dünya kötülere mi kalsın dı ?
Bu inançsızlık ile boğuşurken, ramazan ayının üçüncü günü vefat eden babam için, her gün gelip, evimizde babamı yad etmek isteyen dostları ve ailesiyle oruç açan ve okuyan caminin imamı yardım etti bana.
Ona derdimi söyledim. '' Ben artık Allah'a olan inancımı kaybettim.Bunca kötü varken, sokaktaki değil insanı, aç kediyi bile alıp eve getiren, cebindeki son kuruşa kadar veren, kendi aç gezmeyi göze alan bir adamı niye aldı ? '' Şok olacağını, bana kızacağını bekliyordum. Hiçbiri olmadı, gayet aklı selim bir şekilde, sakince ve sevecen bir baba edasıyla konuştu benimle.Kulakları çınlasın onu hiç unutmam. Beş dakikalık bir görüşme idi. Ama hep andım.
'' Kızım, en sevdiğini kaybettin ki, babanı cümle alem çok severdi, gerçek anlamda iyi ve sevilen bir insandı, cenaze namazında, yüz değil binler vardı, herkes ağlayarak hakkını helal etti. Çok az kula nasip olur bu. Hepimizi çok üzdü gidişi. Ancak bil ki, kötüler alır, iyiler verir bu dünyada, baban bir görev için geldi, elinde olan her şeyi verdi.Verecek bir şeyi kalmadığında, göçüp gitti. Allah onu kendi yanına aldı. İnan orada rahat edecek, mutlu olacak. Üzülme, sevin, nasıl olsa bir gün kavuşacaksın ona. Senden tek bir ricam var. Aç Kuran-ı Kerim oku. İnan ya da inanma. O seni gideceğin yere götürür.Emin ol bu düşüncen günah değil, kimler, ne alimler isyan etti ölüme, sen daha genç bir insansın, düşüncen normal, acın sıcak. Ama aklını koru, bu kadar üzüntü yeyip, bitirmesin seni.''
Konuşma çok kısa, ancak oldukça etkileyici idi. Küçük bir kız değildim. 27 yaşındaydım. Bakmam gereken 4 yaşında bir oğlum vardı. Ama gel gör ki gözüm onu bile görmüyordu acımdan.
İşte böylece başladım okumaya. Bıkmadan usanmadan okudum Kuran-ı Kerim'i ne kadar çevirisi var ise hepsini. Birinden birine anlam değişirse diye. Sonra başladım, zahiri, batıni anlamlarını anlamak için çalışmaya.
Anlatamam nasıl bir yoldu.
Boşluğum büyüktü. Ve kimse görmese de babam gittikten sonra, üstüme yıkılan dünya bir daha asla eskisi gibi olmadı. Kahkahamda, babamla birlikte çekip gitti hayatımdan. Anlık keyifler, öylesi bir hayat, oğlum dışında, gerçek olmayan zamanlar manzumesi oldu benim için.Babama ulaşana kadar, gidilecek bir yol, alınacak nefesti artık o kadar.
Yıllar sonra, eğitici diye gördüğüm bir kula aşk ile tutuldum. Bana her şeyi öğretecek, kaybettiğim babamın yerini dolduracak, Tasavvuf ehli, benden yaşça oldukça büyük bir insan.
Çok çatıştım kendimle, zaman doğru değildi. Mekan doğru değildi. Ama deli gibi tutulmuştum işte. Babamdan sonra takılıp kaldığım boşlukta, aydınlık oldu bana. Her söylediğini dinledim, yapmaya çalıştım. Dur durak bilmeden okudum, ve ustamdan öğrenmek için ağzının içine baktım. Baktıkça aşık oldum.
Bilmediğini, bildiğini düşündüğün, o istemeden en sevdiğin mertebeyi '' Babalığı'' verdiğin bir insan.
Yıllar geçtikçe, insanların ve dahi sevdiğim insanın dahi anlayamadığı bu sevgi, hayatımda beni en çok yaralayan, devamlı üstümde taşıdığım, bir günah hançeri haline dönüştü. Her düşüncemde beni derinden yaralayan, kendimi kirli hissettiren. Bu duygular içinde, yıllar yılı yaşarken, hamdım, piştim, yandım ki ne yandım. Tasavvufa düştükçe, düştüm. Düştüm ve kendi gözümden düştüm. Kendimi, aşkımı, bu aşkı bana veren Allah'ı dahi ( Tövbe Haşa) haklı çıkaracak yer bulamadım.
Tüm saflığımla çıktığım bu yolda, her adım daha çok üzüyor, daha bir çıkmaz yola sokuyordu beni.
Temizlenmenin vakti gelince önüme iki seçenek çıktı.Ya evlenecektim, ya ayrılacaktım. Defalarca kendi içimde hesaplaştığım ve asla beceremediğimi yaptım. Ayrıldım.Yıllarca her gün diyet ödediğim, tertemiz, pürüzsüz saf sevgimin olması anlamlı değildi çünkü, önemli olan bunun anlaşılması ve değer görmesiydi. Hak yolunda bile, tek değilken insan, bu durumda, tüm zorluğu nasıl kaldırabilirdi ki kadın başına omuzlarında. Ben yaptım, kendimi haklı sandım. Ama tasavvuf bana anlattı ki, doğru değil yaptığım. Doğru olsa, doğrulanırdı aslında.
Ve baştan yazmaya karar verdim, tertemiz pırıl, pırıl pürüzsüz ve sevgi dolu bir hayatı.
İşte tüm bunları yapmama sebep olan, içimdeki sevgi ve o sevginin tasavvufla bire bin olup aydınlanma çabası.
Ne yaşarsam yaşayayım, onurla taşıdım asla pişman olmadım. Ama öğrendim ki, insan önce kendisini haklı ve tertemiz görmeli, paha biçilmez bir elmas gibi. Kimin ne dediği değil, iç sesin önemli olan. Sen yaptıklarından memnun değilsen, her şey boş.
Onu dolduracak tek şey var. İnanç, sevgi, saf, tertemiz bir yürek, hasetten uzak, kendiyle barışık bir hayat.
Hayatın tüm kapitalist zincirleri içinde hapsolmuşken, bir nebze ışığa çıkacağınız tek yol tasavvuf. Yobazlığa düşmeden, anlaşılır şekilde, dingin sularda akşam güneş batımında, bir teknede yol almak gibi. Huzurlu ve muhteşem.
Niye mi bunları anlatıyorum. biliyorum ki paylaşmalı, içimdekini aktarmalıyım, bütün, bütün olmasa da bir miktar. Ne yazık ki hep yaptığım gibi, hala başka insanlar kırılmasın diye düşünüyorum. Belki bir yerde kırılmalı, hatalarını anlamalı ve bir daha yapmamalılar, bu onlara ders olmalı. Ama anlayan, her şekilde anlar. anlamayan, on yılda aynı şeyi söyleseniz anlamaz zaten.
Kirliyi temiz gören gözler, temizi kirletir, dünyadaki servetin ne olduğunu bilmeyene aşkın servet olduğunu anlatmak kimin haddine.
Sırf zeki ve aynı zamanda sevgi dolu olduğunuz için, bunun rol olduğunu düşünen oldu mu hiç ? Ne acı, ne kadar sığ değil mi ? Hele Allah size, güzel bir de kılıf ihsan etmiş ise vay halinize. Tüm cömertliğiniz, sevgi dolu kalbiniz kör, haset ve fesat kalplerin gözlerinde bambaşka görülüyor. Hem zeki, hem güzel, hem iyi olamaz insan diye bakılıyor.
Önceleri çok üzülürdüm buna, şimdi anlıyorum ki, kötülük, hepimiz için kendi iyiliğimizin aynası olmaktan başka bir şey değil. Ve kötünün en büyük cezası, bizzat kendisi, diğer herkes ve her şeyden kurtulabiliyor belki, ama kendisinden asla.
Ve ne kadar çok deneseniz de bazı kötülükler, bir süre saklanıyor ama asla kaybolmuyor. İnsanın hamurunda ne varsa, o çıkıp geliyor. Bencillik ise en zor kötülük, çünkü o insanlar, kötü olduklarının dahi farkında değiller.
İşte tam bu noktada ya oturup ağlayacaksınız, neden anlayamıyorlar beni, insanlar neden bu kadar kötü, diye...
Ya da inançlarınıza sığınıp, bazen yıllarınızı verdiğiniz, kendi ellerinizle yeşertip, yoktan var ettiğiniz her şeyi arkanızda bırakıp aydınlığa gideceksiniz.
Ve aslında, hayatınızda olan bitenin, tüm dünyada olan bitenler içinde, ne kadar zavallı olduğunu göreceksiniz. Bunu size gösterecek olan, inancınız, vicdanınız ve aklınız.
Burada sizin ellerinizden tutacak tek şey var, inanç. Çünkü dünyevi her şey, size anlamadığı için düşmanlık yaparken, düşmeden tutunacağınız tek dal o. Bunu yeşertip büyütecek, canlı tutacak yol da bana göre TASAVVUF...
Tasavvuf, kalbi temizlemektir en basit anlamıyla. Bu benim yorumum. Kalbinizdeki kiri pası atıp, iyilik ve güzellikle doldurmaya çalışmaktır. Bunu, yüzde yüz yapmak mümkün olmasa da, her gün biraz daha iyiye yol alabilmektir. Gerisi gelir zaten. Ama önce içinizde insanlık, sevgi, vicdan olmalı. Bu değerler, sonradan monte edilemiyor hiç bir varlığa.Tasavvuf, bir ahlak ilmidir aslında. Öğrendikçe, derinine indikçe, kendinizi kirli hissedip temizlemeye çalıştığınız. Asla yeterli olmaz yaptıklarınız. Ama bir nebze nefes alırsınız, ahlaka aykırı olduğunu düşündüğünüz şeyleri bıraktıkça.
Tasavvuf ehillerinin tarif ettikleri gibi anlatayım birazda.
Tasavvuf, sünnet-i seniyyeye uymak ve bid'atlerden kaçınmaktır.
Bu ne demek derseniz anladığım gibi açıklamak istiyorum.
Ama arkası yarın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder